Bir Cumartesi Sabahı
Size, bir cumartesi sabahı hikayesi anlatmaya karar verdim. Evde sizden önce çocukların uyandığı ve tatlı, küçük haraketli ses tonlarıyla uykunuzun bölündüğü bir sabah. Evet, bugün iş yok. Biraz daha yatakta oyalanıp sonra kalkıp ailecek bir kahvaltı yapabilirsiniz. Bu arada içeriden bağrışmalar geliyor ve patır kütür koşuşturmalar, sizin ufaklıklar galiba bir macera oyunu oynuyorlar. Birbirlerini yakalamak, düşmanları öldürmek gibi çocuk hayal dünyasının içinden çıkan bir oyun senaryosu. Siz yüzünüzü yıkamak için banyoya doğru giderken en küçük çocuğunuzu görüyorsunuz yanına kalemlerini, kağıtlarını, legolarını dağıtmış oturuyor. Siz yanından geçerken kağıdına birşeyler çiziyor ama biraz önce legolarıyla kendi dünyasını inşa ettiğini görüyorsunuz. [Kendi kendine oynayan çocuklar ne iyi çocuklardır.] Günaydın deyip çocuğunuzun kafasını okşuyorsunuz, o da size bakıp gülümseyerek resmini gösteriyor, resimde derede balıklar yüzüyor, havada ise atlar uçuyor [çocukların hayal gücü]. “Güzel olmuş çizmeye devam et” diyorsunuz yanından ayrılırken.
Bir kaç vakit sonra kahvaltı sofrasındasınız. Eşinizle siz konuşurken çocuklarda kendi aralarında konuşuyor, gülüşüyor ve yemeklerini yiyorlar. Sonra çocukların soruları sizlere yöneliyor, “Dinazorlar neden dünyadan gitmişler?”, “Gizli kamera nasıl oluyor?”, “Kutup ayıları orada üşümüyor mu?” gibi meraklı sorular. Cevap veriyorsunuz, dinliyorlar sonra “peki” ile başlayan yeni soruları geliyor. Çocuklar işte, keşfetmenin en güzel zamanlarındalar.
Böyle bir cumartesi sabahı, huzurlu, mutlu, keyifli… Böyle bir sabahı neden anlattım size? İçinde nelerin olmadığına dikkat çekmek için; bence en göze çarpanı, kahvaltı sofrasında arkadan gelen bir televizyon sesinin olmaması, yataktan kalkmadan önce telefonunuza bakarak harcadığınız onlarca dakikanın olmaması, çocukların tabletin/bilgisayarın başında kavga etmiyor olmaları gibi ilk dikkat çeken olmayışlar bunlar. Bunların kötü yada gereksiz bir şey olduğunu vurgulamaya çalışmıyorum zaten hikayedeki evin de iç odasında bilgisayar ve IPTV bulunuyor, hatta salondaki komidinin üzerinde de iPad duruyor. Bahsetmek istediğim, dikkat çekmek istediğim nokta şu; “anı yaşıyorlar”.
Kaçımız kaç vakittir gerçek anlamıyla anı yaşıyoruz? Gezmeye gittiğimizde çektiğimiz fotoğrafı Instagram’a koyduğumuzda andan kopuyoruz zaten. Paylaşmayalım demiyorum ama paylaşmak için geziyorsak…
Arkadaşlarımızla buluşuyoruz, sohbetin ortasında bir yerinde herkes en az bir defa sosyal medyaya giriyor. Arkadaş toplantısındayız arkadaşlar! Birbirimizle birşeyler paylaşarak hayata dokunacağımıza, başkalarının hayatlarına izleyici oluyoruz. Lütfen an’a dönünüz…
Değinmek istediğim çok nokta var aslında, ama maalesef iyi bir anlatıcı değilim o yüzden size sadece ana konuyu vermeye çalıştım; anı yaşayın çünkü bir daha geri gelmeyecek.
Son olarak yukarıda anlattığım bir cumartesi sabahı senaryosunun neden çocuklu bir aileye ait olduğuna dikkat çekmek istiyorum. Çocuklar anı en iyi yaşayanlarımızdır aslında, tüm benlikleriyle anın içindedirler, o yüzden dikkat edin onlara. Mümkünse çocuklarla daha çok vakit geçirin, gözlemleyin onları. Çünkü bence büyüklerin çocuklardan öğrenecekleri -hatırlayacakları- daha çok şey var.
Sağlıcakla...